16 Ekim 2010

Kardashianların Bişeyleri




Kardashian ailesini biliyorsunuzdur herhalde.Porno skandallarıyla ve devasa poposuyla ünlü Kim Kardashian,adının aslında "C" ile başlaması gerekiğini düşündüğüm ayı gibi bir diğer kardeş olan Khloe Kardashian, ne halt ettiklerini bilmediğim bir kaç kardeş daha,bir anne ve bir üvey babadan oluşan bir aile.
Türkiye'de Digitürk Show Plus veya E! Entertainment kanallarında "Keeping up With The Kardashians" reality showunda izleyebileceğiniz gibi hayatlarını bir güzel kameralar önünde yaşıyorlar veya "fake"liyorlar.
Neyse konu bu değil,bugün Kim'in W dergisi için verdiği çıplak pozları gördüm.
Amerikalıların bayanlar için kullandığı "curvy" ve "voluptious" kelimelerinin tam anlamını gördüğümü söyleyebilirim bu pozlarda.Türklerde ise konuyla ilgili "G.te bak çay demle." diye bir laf var ama %100 türk olan bir erkeğin bu pozlara baktıktan sonra "Kahvehane açılır onla." yorumunu yaptığına şahit oldum,resimlere bakarak kararınızı siz verebilirsiniz =)

13 Ekim 2010

Afush'a Malum Olur

"Ölü Balalar Görirem"-6.His Azerice Dublaj*.(AzTV)
*Based on a true story=)
-------

Birkaç gündür değişik bir durum içerisindeyim.Biraz komik aslında,kendimi uydu anteni gibi hissetmeme neden oluyor,anlatayım.
Derslerimin insan üstü yoğunluğundan mıdır nedir bilemem ama sanırım bir sebepten algılarım açıldı,6.hissim coştu.Dünyanın öbür ucundaki sevdiklerim,sevenlerim beni düşündüklerinde bariz bir biçimde bunu hissediyor,farkediyorum.Tabii bunlar daha çok özlem bazlı düşünceler oluyor.

26 Eylül 2010

Titreyip Kendine Gelme Postumsu




Artık çok süper bir bloggermışım gibi davranmaya çalışmıyorum.Olmadığımı anladım çünkü.Ben genelde gerçek hayatta da tanıyanların ismine internet denmiş birbirine bağlı networkler üzerinde de takip ettiği bir kişiyim.Okur yazar,pek takip edilen internet ünlüsü gibiymiş gibi davranmanın,havalanmaların alemi yok.Dolayısıyla sadık okuyucularıma her hafta en azından 1-2 tane yazı yazmam da gerekmez,içimden geldikçe yazıyorum olup bitiyor.
Bugün size yemekten bahsedeceğim.Evet yemekten ama tarif falan değil.Annemin Google'a sorduğu "fava kaç farklı şekilde yapılır acaba?" tarzında sorularda blogumla karşısına çıkmak istemediğimden,blogumda tariflere yer vermiyorum.Zaten yemek yapmayı da pek beceremiyorum.Ben favanın tek ve en kolay yapılış şeklini Google'a değil anneme soruyorum.

29 Temmuz 2010

Ahenk'in Kına Gecesiyle İmtihanı

Evet asla asla dememeliyiz gerçekten.
Şu anda çok yakınım bir insanın kına gecesinden yeni döndüm(ki ben normalde kına gecelerine falan gitmem),deliler gibi halay çekmekten sağım solum ağrıyor(ki ben normalde halaya girmeye de pek bayılmam),ayrıca elimde kına var,var yani...Nasıl var ya nasıl?(bunu nasıl yaptım hiç bi fikrim yok.)

23 Temmuz 2010

Koku




"Güzelliği bulmak için yaşadı,onu saklamak için öldürdü."

Yukarıdaki resim Patrick Süskind'in sinemaya uyarlanan romanı "Koku" nun film afişlerinden birine aittir.Nedense aralarındaki en "seksi" afişi seçtim gözüme bu güzel gözüktü ama bu bir eroik film filan değil.Eğer izlemediyseniz,denk gelirseniz mutlaka izleyin veya daha iyisi okumayı seviyorsanız kitabını okuyun.Çünkü kokuları sözle anlatmak görüntüyle göstermekten bir nebze daha kolay ve ne kadar güzel aktarılmış olursa olsun kitaplar sinema filmlerinden daha doyurucu betimlemelere sahip oluyorlar.Ahenk bu kitaba on üzerinden 9,5 filme ise 7-8 falan verdi
o derece

13 Mayıs 2010

Nefret Ediyorum Öyleyse Ne Olduk Şimdi?


(Anka kuşu diyor ki "Sinirimi o kadar çok bozdunuz ki,bu konuda bir blog yazısı yazmak için ateşlerden yeniden doğmak zorunda kaldım." Öf bu türkçeye çevirince hiç bir şeye de benzemedi yahu.Aman neyse.)


Bilmiyorum farkında mısınız ama son zamanlarda etrafta neleri sevdiğinden çok nelerden nefret ettiklerini beyan eden insanlar çoğaldı.Yeni moda nefret etmek.
Artık "Evreni seviyorum,herkesi olduğu gibi kabul ediyorum.Sevgi,içimizde!" anlayışı yerini "Ne olursan ol gel diyemem,Mevlana değilim ben çekil git yanımdan ya.Ölsen umurumda olmaz" anlayışına bırakmaya hazırlanıyor.

09 Mayıs 2010

Ben Bişey Oluyoruum!!



Evet bişey oluyorum.Hem de ikinci kez.
Güzide türkçemiz içinde bulunduğum duruma uygun bir kelime sahibi olmadığı için "bişey" dedim geçtim.Kuzenimin eşi 2.çocuğuna hamile ve ilk bebeğimiz kızdı,bu seferki erkekmiş.
Yoğun "kız mı olsa daha iyi olur erkek mi?" tartışmaları sürüp giderken dvdden izlediğimiz ultrason görüntüsünde bir anda duraklama oldu.Herkeste ufak çaplı ve ekrana pür dikkat bakan bir sessizlik ve hemen ardından bir anda çığlıklar.
Minik bir pipi gördük :D

Bu andan sonra halam kuzenime sarılıp ağlamaya başladı,eniştem telefonu açıp birilerine "İkinci çocuğun cinsiyeti belli oldu." demeye koştu.Ben anneme anlamsız ve bomboş bakışlarla baktım.Kuzenimin eşi "Ama neden kız değil ki bu da ya.." derken,kuzenim de eşini "Aman sağlıklı olsun da,moralini bozma oğlumun,istenmiyor sanıcak." diye dürtüyordu.

Değişik,hem de çok değişikti.3-4 aylıktı ve ayaklarını,ellerini,parmaklarını gördüm.İzlerken istem dışı kollarımı karnımda kavuşturdum.Öyle garip,öyle mucizevi ki.
Kendi düşüncelerime dikkat etmeyi akıl ettiğimde "Allahım,nasıl yani...Günün birinde benim de içimde bir şeyler mi canlanacak?Böyle elleri kolları filan var,kımıl kımıl...Nasıl,nasıl,nasıl..." dediğimi farkettim durmadan.

Bu anneler gününde anne olmanın gerçekten nasıl bir şey olduğunu farkettim.Anne olmak,can yaratmak,o canı alıp hayatı göstermek,korumak,büyütmek,sadece doğurmak değil onun yanında ölene dek var olabilmek,hepsi toptan çok mucizevi bir şey.

Etrafımızda sevinç çığlıkları,gülüşmeler vs. olurken anneme sarılıp, gögsüne gömüldüm ve bir süre öylece oturdum.

Bugün bildiğimi sandığım bir şeyi farkettim.Kadın olmak bazen çok gerçek dışı görünebilen şeyleri doğal bir biçimde yapabilmek demekmiş.İçinde can oluşturmak gibi.
Tüm annelerin ve müstakbel annelerin anneler günü kutlu olsun.

08 Mayıs 2010

Taşınmak


Yakın zaman içinde oturduğumuz şehir içinde başka bir eve taşındık.Yeni evimizi ailemin "nirvanaya ulaşma" girişimi olarak algılaması sonucu yeni bir dekorasyon faaliyeti ile ev ile beraber çoğu eşya da yeniden alındı.
Eski evimiz şu anda yarı dolu-yarı boş,hafiften bir depo havasında ama kapıdan girdiğimde hala "evim" olan,sıcaklığını koruyan bir yer.Yeni ev okuluma çok çok uzak olduğundan arada bir kalıyorum hala orada.Kısacası 4 duvardan çok daha fazla şey var.Yani manevi bakımdan kastetmiyorum,bir sürü eşyam da var =)

Neyse konu doğduğum ve büyüdüğüm evden taşınmanın bende yarattığı psikolojik travma değil o yüzden bu kısmı kısa kesiyorum.

Taşınma çok değişik bir işmiş bunu anladım.Hele ki eski ev de kira vs. değilse ve bir anda değil de yavaş yavaş taşınılıyorsa taşınma işlemi baya bir uzun sürüyor.Önce bir iki kıyafet getiriyorsunuz,sonra bir gün bişeyleri küçük bir çantaya doldurup getiriyorsunuz,yarın bir gün aldığınız bir t-shirtü direk yeni evin yeni dolabına asıyorsunuz ve yeni evde uyuduğunuz ilk gün misafirlikte gibi hissederken,1. ayda "ev" gibi hissettirmese de normal karşılıyorsunuz.
Ha tabii tüm ailenin ve sağdan soldan tanıdık eş dostun eve adeta akın etmesini kesinlikle anlatmam gerek.O nasıl bir meraktır allah aşkına.Önce sizi yolda görüp/telefondan arayıp bir denk getirirler:

"-Taşınmışsınız en sonunda hayırlı olsuuun.
-Eee...evet teşekkürler.Çok yorulduk ama az çok hallettik sayılır.Bir kaç iş daha var işte evde..Anca bitti ustaların pis işleri,şimdi temizliktir,yerleşmedir....
-Heh heh tatlı işler bunlar canıım..Yeni ev ne güzel.
-Hıı evet güzel bişi sonuçta.
-Gelelim diyoruz biz size hayırlı olsuna o zaman.(Hayırlı olsuna gelmek?Evi deli gibi merak ediyorum,zaten dünyada başka işim gücüm yok sanırım demiyor da.)
-Tabii uygun bir zamanda buyrun gelin de,şu aralar ev biraz karışık,daha yerleşemedik tam(kibar erteleyiş.)

İşta tam bu kısımda muhattabınız olan insanın gerçek yüzünü görürsünüz.
Versiyon 1:-*direk atlamaca* Ay biz yabancı mıyız canııım.olur böyle şeyler yeni evde. Geliyoruz o zaman gelecek cumartesi akşam bir çaya. Hah hay görüşürüüz. (la havle...zorla geliyor ya.)
Versiyon 2:-Haklısınız tabii..Tamam o zaman siz bir yerleşin de,kaçmıyor ya.Bir şey lazım olursa çekinmeyin arayın. (Canım benim bakın nasıl da laftan anladı hemen.)

Neyse allahtan bu kısmı az çok geçtik.Evde ilk gecelediğimiz günün ertesi günü çaya gelen mi dersiniz,daha eski evde kalırken "Hadi artık taşının da oturmaya gelelim.Sizin siteyi çok merak ettik biz." diye
direk yüzsüzce atlayan ve şaka yapmayan,gayet ciddi olan mı dersiniz.Şaka gibi vaziyetler.

Tabii "Uygun olduğunuz bir zaman gelmek istiyoruz." diyen,bizden davet bekleyen,bunu haftada 5 kere imalı imalı söylemeyenve üstelemeyen ama uygun olup olmadığımıza aldırmayan bir çok garip insanatı ağırlamaktan bir türlü çağıramadığımız bir kaç düşünceli eş dost akrabayı tenzih ediyorum.

Sonuçta taşınmayı başardık mı? Başardık. Şimdi sırada 2. yüzsüzler var ki bunlar aslında ilk kısımda anlattığım kendilerini zorla eve sokanlarla bir kaç istisna dışında aynı kişiler.

Yüzsüz oldukları kadar akbabalar da,hatta çoğu bir de yakın akraba da.

Bu kişiler yeni evimize bir şekilde geldi.Evin her tarafını gezdi.Dolapların içine bile,"Ay ne güzel yapmış marangooz.Çekmecesi de var mı. vs." bahanesiyle baktı.(la havle x2 ) ve meraklılar ya, malum soruyu da sordular.
-E sizin diğer ev ne olacak?
-Kiraya filan veririz herhalde.Ahenk orayı bazen sınav dönemlerinde veya eve geç geldiğinde burası uzak olduğundan kullanıyor.O yurtdışına gittiğinde düzenleyip kiracı birini ararız diye düşünüyorum.
-Bizim bilmem kimler var onlar taşınmak niyetindeler,ev sahibi çok kira istiyormuş ben onlara demiştim , evi taşıdılar istiyosanız orayı tutun diye.(Hah, başarabilse kira kontratını imzalayacakmış bizden habersiz.)

?????? error veren,dumur olan aile !!!!

-Yok..Biz hemen kiraya vermeyi düşünmüyoruz daha,Ahenk gittikten sonra ancak..Orada eşyalar var zaten.Onları daha kaldırmadık.

Gözler bana kayar.Hiç bir şey denmez ama bakışlarda "Aman sen de neden o evde kalıyosun ki hıh." sözü geçer ve devam ederler.

(Hazır olun en bomba kısım geliyor.)

-Hıı..Tabi,tamam.Bak hah hazır eşya demişken.Siz nasıl olsa koltuk takımını yenilediniz.Ben bizim bilmemkime dedim, zaten koltuklar eski evde boş boş duruyolar ,"onları size verelim" diye.Onlar da "Ay ne güzel" olur dediler.(Şimdi anlaşıldı bu bilmem kimin yıllarca yolda bile karşılaşmadıktan sonra durup dururken geçen bayramda bizi arayıpta 20 dakika telefonda geyik yapmasının nedeni.)Biliyorsunuz siz de ya, durumları hiç yok(durumu olmayan adamlar da maksimum 10 yıllık takımı değiştirmek için 6-7 yıllık takıma göz dikmiş.),sevaptır.

Ailecek errordan errora koşuyoruz bu sırada ve babam olaya el atıyor.

-Yok biz o takımları kullanmayı düşünüyoruz.Olmazsa ben bir tanesini ofise alıcam diğerlerini de koyucaz bi yerlere planlarımız var yani.

-Ya yeni alırsın ofise napıcan kaç yıllık koltuğu.Hem ben söz verdim onlara.
(Bakın nasıl da rahat elin eşyasını dağıtıyor bir de söz vermiş.Allahım sen sabır ver.)

Yakın akraba diye susuyor.Susuyoruz.Ben arka odada ellerimle boğma hareketleri yapıyorum ama biliyorum ki bir densizlik etsem,ki bence o densizlik olmaz,babam bana kızacak misafirler gittikten sonra.

Bunun dışında nerdeyse 20 yıllık ve son 2 yılını arızalarla geçirmiş buzdolabımıza yaklaşık 3 tane talip çıktı ki bu kişilerin 2 sinin zaten daha yeni ve çalışan buzdolapları var ve 2. lazımmış.Hazır bizimki varken alalım demişler.(Aman ne iyi düşünmüşler.)

Ama son bomba eski evin bir nedenden dolayı ziyaret edilmesi sırasında kapıyı açık gören,görüpte içeri dalan,dalıpta anında salona giren ve televizyonu görüpte "Aaa siz bunu yanınızda götürmediniz mi? Bu burada atıl duracağına hadi bunu hemen bana verin de,bir el atın ikimiz bizim eve taşıyalım." diyen apartman yöneticimize aittir.
Gelmiş 70 yaşına adamın derdine bak.
Toprak doyursun gözünü.

Şu devirde yerde kirli çorabını bırakmayacaksın arkadaş.Arkanı dönsen 60 tane talip çıkar 61. de "Bunun sahibi artık istemez bunu, bana da zaten kirli çorap çok lazımdı ki." der alır götürür.Haberiniz olmaz.

Allahım şu insanlara da azıcık akıl fikir ver ne olur.
Amin.

02 Mayıs 2010

İnandık, Oldu !

En çok kulladığım cümlelerden biri "İnanırsak olur bence." İşin güzeli bu lafı lafın gelişi değil,gerçekten inandığımdan söylüyorum.
Her neyse,şu anda evrene öpücükler yollarken kendime çekebildiğim olayların kapasitesine de hayranlık duymaktayım.Ben ki, çırpı bacaklı kızların fanı olmasam da ince bacaklı hatun kişilere imrenme ve kıskançlık dolu bakışlarımı yönelten,çaktırmadan nazarımı değdiren ve "Eskiden kadının etli butlusu makbulmüş,rönesans dönemindeki eserlere bak mesela,tablolarda kadınlar bildiğin koca popolu,bacaklar kafam kadar.Şimdi varsa yoksa iskeletorlar,varsa yoksa şok diyetler.Kadın dediğin etli butlu olur...ühühühü zayıf olmak istiyorum popom kocamaağn,tombikleri sevin yine ühühühü." diyen bir kişiydim.
Ta ki bu güne kadar.

Hayır, bir sabah kalkıp aynaya baktığımda popomun 34 bedene dönüştüğünü farketmedim.(Aslında fena olmaz.hmm..öhöm)Yok öyle bir şey,ama güzellik algısının hızla değiştiğini okudum internet sitelerinde.
Bakınız ne demişler.

"Kalın bacak yeniden moda"
"Kalın bacak moda oldu"

Daha fazla başlık vermeyeyim,siz anladınız ana fikri.

Kalın bacağın yeniden ilgi duyulan,güzel kabul edilen bir özellik olduğuna da seksi bulunan,vücutları takdir edilen,beğenilen bayanları örnek göstererek karar vermişler sanırım.(bkz.Beyonce,Lily Allen,hatta Michelle Obama? :D)

Gayet güzel görünüyo bence burda.

Kadın dediğin etli butlu olucak ekolünün geri gelmesine ne kadar sevinsem azdır =)



Zaman bu tombik bacaklara rağmen daisy duke şortları,mikro minileri giyip dolanma zamanıdır.
Deniz kenarında pareoları çıkartıp kalın bacaklara,büyük kalçalara güneş yüzü gösterme zamanıdır sevgili baldır bacakdaşlarım.
Yürüyün be kim tutar bizi.

Ah evet "beğenilen kadın" resmini göstermişken bu bacağa ve popoya daha detaylı bakalım.
Hemen aşağıda bir önceki fotonun arkadan görünen hali bulunmakta.

Ya evet...Böyle işte.Fecaat.


Bu arada resme bakınca derdim anlaşılmıştır muhtemelen ama,evrenden ikinci ricam selülitlerin "gamze gibi ya çok çekici bence" olarak algılanması,"eöööö ne yivrenç" denmemesi,sevilesi şeyler olarak kabul edilmesinin sağlanması.Çünkü kalın ama selülitsiz bacak sahibi olmak çok çok çok zor bir iş,zaten bu selülit derdi de çok fena bişiy.Bi türlü gitmiyolar filan..Bakın Lily Allen bile o kadar paraya böyle bacaklarla geziyo.
Bir müdahale şart.Onunla da bir ilgileniverirsen çok sevinicem sevgili evren.

O değil de söylemeden geçemiyorum,ben plaja gitmiyorum bundan daha az selülitli bacaklarımla,kadın dünyaca ünlü olup sahnede açıyo selülitleri.Özgüvene geldim,gidemiyorum.Helal sana lily abla.

Not:Resimler perezhilton.com dan alıntıdır./Pics belong to perezhilton.com

19 Nisan 2010

E-Dostlar




İnternet sosyalleşme açısından süper bir şey aslında.
Düşünsenize,normalde sokakta karşılaşma ihtimaliniz bile olmayan bir insanla tanışabilir,muhabbetinizin çok uyuştuğunu fark edebilir,dertleşebilirsiniz,arkadaşlarınıza bile kolayca anlatmadığınız bir sırrı gelecek bir kaç ay içinde filan yüzyüze gelmeyecek olmanın verdiği haklı rahatlıkla hemencecik anlatabilir,içinizi dökebilirsiniz.Aslında var olan ama olduğundan haberiniz olmadığı ortak arkadaşları öğrenebilirsiniz.Haklarında dedikodu yapabilir veya onlara "Hadi toplanalım bir araya gelelim." diye baskı yapabilirsiniz.
Hatta günün birinde kavga eder de birbirinizi kırarsanız,eğer istemiyorsanız yüzyüze bakıp sinirinizi hoplatıp adet yerini bulsun diye yalandan barışmak zorunda kalmanıza da gerek yok.Nasıl olsa her dakika dip dibe değilsiniz,gördükçe siniriniz bozulmaz.Engelleme bu günler için var =)
Son bir kaç yıldır gerek çeşitli sözlükler,forumlar olsun,gerek sosyal iletişim,paylaşım ağları olsun,interneti sosyal anlamda bayağı bir kullanıyorum.Her önüme gelenle tanışma meraklısı olmasam da, "Tanımadığım kişilerle tanışmam." diyen biri değilim.Dolayısıyla öyle ya da böyle bana çok iyi dostluklar,normal yaşamımda kurmamın neredeyse imkansız olduğu,çok ilginç arkadaşlar kazandırdılar ve kazandırmaya da devam etmekteler.
Mesela hadsizinbaskani ve uygunsuzdusunceler bloglarının sahipleri gibi,twitterın bana getirdiği yeni arkadaşım TWITandTANGO gibi ve burada gerçek isimlerini vermek istemediğim ama onları andığımı gördüklerinde gülümseyecek bir kaç kişi daha gibi =)
Çoğunu hiç yüzyüze görmemiş olsam da,bana her gün görebildiğim insanların bir çoğundan daha
yakınlar.Birisinin beklediği bebeğin heyecanını paylaşırken ,bir başkasının aşk meşk hayatını avucumun içi gibi bilirim,hatta hristiyan bir kocanın dünyanın öbür ucunda benim sınavım için dua etmişliği bile vardır öyle söyleyeyim. =)
Her biri hayatıma değişik renkler katıyorlar ve onları seviyorum.
İtiraf etmem gerekirse,sanırım bazılarını sahip olduğum,yüzyüze görebildiğim bazı arkadaşlarımdan çok daha fazla seviyorum.

Aslında bu yazı "E-Dostlar ve E-Çakallar" olarak ikiye ayrılmış olacaktı ama hepsi tek bir başlık altında toplandığında yazım bir blog girdisinden çok destana dönüyor gibi oldu.
Bu yüzden "E-Çakallar" ayrı bir başlık olarak yazılacak çok yakında.

12 Nisan 2010

Oje Renginden Halet-i Ruhiye Tahlili



Aslında bu yazıyı yazmıyor olmalıyım.Yapılacak çok daha gerekli ve önemli işlerim var,mesela ardışık 4 gün içinde gireceğim 6 sınavın bana vereceği sınırsız adrenalin ve eğlenceye kendimi hazırlamak gibi...

Normal insanlar buna ders çalışmak derken,uyu(ya)mayan,yorul(a)mayan,doğru düzgün yemek y(iy)emeyen,değişik değişik konularda bilgiler veren ders kitaplarını okumaktan kendini çekip al(a)mayan bünyeler olan biz "zorunlu insansı-androidler",bu duruma sınav dönemi diyoruz...

Biliyorsunuz ki kız milleti hayatında olup biten herşeyi herkese anlatabilen bir yapıya sahiptir.Herkese olmasa da,emin olun birilerine naklen yayın yetiştiriliyordur her an bir şeyler =) Ama en sessiz,en yalnız,en içine kapanık kız bile hayatında olup biteni dış görünüşteki küçük veya büyük değişikliklerle ifade eder.Aldatılır/terk edilir saçının rengi değişir,kilo alır kıyafetleri bollaşır,kilo verir kendine güveni gelir skinny kotlar-dekolte bluzlara dalar,güneşi görür pespembe giyinir,regl dönemine girer koyu renkleri giyer..vs.

Peki sınav dönemindeki bu içindeki sıkıntıyı dışa vuramayan hanım gencimiz ne yapar?Söyleyeyim.Ne saçını değiştirebilir,ne de uzun uzun makyaj yapıp kıyafet kombinler.

En kısa zamanda hallolan dışavurum olarak,tırnaklarını ojeler =)

Öyle ki sınav döneminde zaman zaman insan duş yapmaya bile vakit bulamamaktan yakınabilmektedir.Oysa ki ojeyi sürersiniz,siz çalışırken o uslu uslu kendi kendine kurur.Zaten bir sandalyeye oturup mıh gibi oraya yerleşip sittin saat ders çalışıldığından o ojenin hiç bir yere bulaşma derdi yoktur.

Oje renginin kısa aralıklarla değişmesi kişinin genel ruh durumunun değişmesi,ojenin sürekli silinip tekrar sürülmesi ise kişinin hafif hafif kafayı yeme noktasına geldiğinin göstergesidir.Çünkü acı ojeler dahil her oje stres altında vuku bulan belli bir tırnak tırtıklama seviyesinden sonra soyulmakta ve psikolojik baskının acı gerçeğini tırnaklarda bir iz olarak bırakmaktadır.

Genel bilgiden sonra istatistiki verilerimi sizlere sunuyorum:

Bu sınav döneminde 1haftada sürdüğüm oje sayısı 9,değiştirdiğim renk sayısı 5.Toplam sahip olduğum oje sayısı 6.

Renk skalam ise sırasıyla;

Şeffaf-Kendinden memnun.Normal hal.
Gül kurusu-Önemli bir işlere girişecek.Ciddi ama enerjik.
Domates Kırmızısı-Kolları iyice sıvamış,girişmiş,"Ya İstiklal,Ya Ölüm!" diye bağırmakta.
Cart Pembe-İddialılık giderek düşüyor görüyorsunuz ama hala savaşıyor.
Siyahımsı Mor(şu anda tırnaklarımda)-Hafiften teslim bayrağı tarzı.Kaderini kabullenme ama gene de yas siyahı değil.

Ya, böyle işte.Durumum yeterince açık ve net.
Şimdi gidip derslerime geri dönmeli ve yeni ojeli parlak tırnaklarımla klavye ve kitapları aşındıra aşındıra şu ortalamayı yükseltmeliyim.
Düşmemesi bile yeterli olabilecek sanırım.

Tüm sınav gazilerine selam olsun.


10 Nisan 2010

Geldik Yine Bir Sınav Dönemine

Geldik yine bir sınav dönemine...Yarın ÖSS iken adı değiştirilmiş,sürekli üzerinde oynanan,bir öyle bir böyle olan,sağ gösterip sol vuran bir lanet sınav olan YGS var,girecek olanlara başarılar diliyorum.

Benimse bu hafta vizelerim başlayacak.Panikten,stresten elim ayağım kesiliyor nedense.
Ben hiç böyle bir insan değildim halbuki.

"Amaaan koy ...ne rahvan gitsin." de diyemiyorum, hiç bir dersten kalmama gibi bir zorunluluğum var ve inanın etrafınızdaki herkes harıl harıl çalışırken sizin paniğiniz gittikçe daha fazla artıyor,berbat bişiy.
Pek bir şey bilmemem de cabası.

Allahım, sedatif* etkili bitkisel haplarımı da alıp,koltuğumun altına laptopumu ve ders notlarımı sıkıştırıp sana geliyorum.
Dönüşüm muhteşem olacak.
Yani...Umarım.

(*-teskin edici)

05 Nisan 2010

Kariyerim Gelecek mi? veya Ben Böyle Zengin Olabilir Miyim?



Başlığım geçenlerde internette rastladığım bir kişisel gelişim/motivasyon kitaplarından birinin ismi.Daha okumadım kendisini ama okumayı planlıyorum.Her neyse,içinde bulunduğum hissiyatı anlatıyor.
Ben Türkiye'nin iyi(tamam çok iyilerinden değil ama gene de iyi.)devlet üniversitelerinden birinde mühendislik eğitimi alıyorum,yetmiyor yurt dışı bağlantısıyla aynı konu üzerinde yurt dışında da eğitim alıyorum.Ha tabii bir de son 4-5 gündür ömrümden saatlerimi haput hupur yiyen bir kod ödeviyle uğraşmaktayım.
Son bir kaç aydır düşündüğüm düşünceler bu kod ödeviyle kararım haline dönüştü."Hayır ben gerçekten hayatımı bilgisayar mühendisliği,coder,vs. vs. yaparak geçiremiycem!!Dolayısıyla ben böyle zengin filan olamam..."

Gülmeyin,ben herkesin gerçekten isterse zengin olabileceğine inanan bir insanım.Dolayısıyla zengin olmak benim için,özünde vereceğim kararlara bağlı bir mesele.Zengin derken,buradaki kastım "Koçlara balya balya para fırlatayım,hadi len sen de zengin misin ben dururken?!" diyebileyim değil.Benim düşüncem:
İnsan gerçekten severek yaptığı işi iyi yapar.İyi yapamasa da gerçekten hoşuna giderek yaptığı birşeyi "Öööf...Baydım ben ya.Olmuyo bu gerzek şey" diyip bırakıp gitmez.Çabalar.Çabalarsa daha iyi,daha iyi yapmaya başlar.Saatleri akar gider ve o bundan zevk alır.Her insan bir şeyi gerçekten iyi yapıyorsa/tutkusu varsa ve gerçekten girişimde bulunursa o şeyden para kazanabilir.
İnanıyorum ki,içine gerçekten emek,umut,yaptığın şeye karşı aşk konulan bir şey doğru kararlarla pekiştirilirse,körü körüne ortaya atlanmazsa bir şekilde tutar.

Her insan tutkusundan para kazanabilir ve bu parayı çatır çatır harcarken diğer küskün,hayalleri yıkılmış,aslında doğru düzgün çalışmamış,risk almamış,yaptığını sevmeden yapmış diğer insanların "Hak yemiştir./Haram paradır o./Böyle dandik şeyden de para mı kazanılır?İnsanlar nereye paralarını atsınlar bilmiyolar valla(sana ne lan? diyip vurmak lazım böyle laf edenlerin ağzına aslında)/vs." laflarına nanik çekebilir.
Bu düşüncem sadece bana ait değildir,yıllar içinde okuduğum sayısız başarı hikayesine,sayısız motivasyon ve kişisel gelişim kitabına dayanarak içimde oluşturduğum fikirlerdir.

Tabii şöyle bir problem var.Benim neye tutkum var?
BULAMIYORUM!!
Biraz bataklığa girmiş gibiyim.
Zengin olucam, ya vallaha olucam.
Bekleyin ! Geliyorum.
Hele bi açın Türkiye'nin önünü de...
ya da şimdilik camları da olur.Hava girsin de zihnim açılsın,evet.
=)


çok pis zengin olucam!

23 Mart 2010

The Truman Show




The Truman Show filmini hepiniz bilirsiniz.
Bugünüm yer yer bana o filmdeymişim gibi hisler yaşattı.Sanki birileri benim başıma gelenleri,karşılaştığım kişileri vs. az çok kontrol ediyor ve günümün optimum güzellikte geçmesi için bir tuşa basmış gibiydi yani.

Önce saat 7 de çalan saatimin alarmına saat 8:30 da babamın kapımı çalarak beni uyandırması sonucu uyanarak güne başladım.Ardından anlamsız derecede coşkulu komşularımızla otoparkımızda bol gülüşmeli,el sallamalı filan bi günaydınlaşma süreci yaşadık.Metroya doğru arabayla ilerlerken telefonuma sabah dersinin iptal edildiğine dair bir mesaj geldi.Mutluluğumu tahmin edersiniz =)
Arabada da babamla bol kahkahalı,şarkı söylemeli pek eğlenceli bir yolculuk geçirdim metroya gelene kadar.Arabadan indiğimde hava serince ama güneşli ve bahar kokuları doluydu.

Metronun yanında konumlanmış ve ordan asla ayrılmayan sürekli yatay konumdaki tombik metro kedilerine "Günaydın metro kedileriiii" dedim cıvıl cıvıl.
-Allahım nerden geliyor bu anlamsız amerikan aile filmi klişesi havaları bana?-
ve o sırada metrodan yürüyen merdivenle çıkmakta olan bir bayan bana "Sana da günaydın kedilere günaydın diyen kız!!" dedi.Ona da günaydın diyip güle güle okula gittim.

Günüm çok ama çok güzel geçti,değişik hiç bir şey yapmamama rağmen =)
Ne diyeyim,hayırdır inşallah...Allah mutluluğumu bozmasın.
=)

15 Mart 2010

İnternetsiz Yaşam

Merhabalar,
Bir süredir yazamıyorum,çünkü izmirin ortasında,2 ayrı servis sağlayıcıya ait modemlerimi dizi dizi dizmişken ve biri 10mbps diğeri 8mbps iken yaklaşık 1 aydır ne yazık ki internetim yok.

Superonline'a kısa ve net bi biçimde,"Yerden göğe kadar size girsin." derken,TTNet'e daha bir sevgiyle yaklaşıyorum,en azından verdikleri modem wireless olmasına ve wireless kısmın "limited connectivity" zırvalarına rağmen ethernet kablosuyla beni internetle buluşturabildi.

Gerçi bilgisayarı kucağıma alıp antrede nete ne kadar uzun süre bağlanabilirim bilmiyorum ama...

Her neyse...

Bu bir internet-bağımlısının internetsizlikle imtihanıdır.
"Confessions of a Netholic"de diyebilirsiniz tabii...

Öncelikle ben bir bilgisayar mühendisi adayıyım ve bilimum ödev vs. yapılması gerektiğinde bazen bilisayarımın nete bağlanması bile bana yetmiyor.İstiyorum ki kıçıma başıma wireless modem kartı takayım,direk bana bağlansın net,bilgisayarla uğraşmıyım hiç.Düşünce hızımla makale(essay) ve bilimum power point sunuları yazma hızım bir olsun.Güzel olurdu...Tabii bu "beterin beteri" olan 1 aylık yokluktan önceydi.Şimdi internete girebilmek için okula gitmek ve bağlantısı olan bilgisayarlara sahip 2 sınıfın kapılarının kitli olmamasını ve ders olmamasını dilemek zorundayım.

Onun dışında farkettim ki özel hayatımda herşey internetle yürüyormuş.
Mesela son 1 aydır bayağı bir yalnız kaldım.Ana nedeni arkadaşlarımın genelde "Remote Friend"
(remote friend fiziksel olarak orda var olmayan,bilimum teknolojik aygıtlarla ulaşabildiğiniz insanlar.Bir anlamda çok gelişmiş bot bile olabilirler =) ) olması.MSN,fbook,twitter dışında pek iletişim kurmayan kişileriz biz.
Gerçi 1 ay öncesine kadar saatlerce tek bi msn penceresinde muhabbet bitemiyordu ama...
Ah neyse...

Tabii aynı şekilde bilimum sosyal olaylara ve insan içine de karışmam zorlaştı.Çünkü ne yazık ki her şey "mailbox" ve "facebook event system" üzerinden yürüyor,dolayısıyla ben bir buluşma olduğunu bile ya bir iki gün sonra,ya da buluşmaya 10- saat kala öğrenebiliyorum.Bir de tabii sitemkar tavırlar var,mail attık görmedin mi bilmem ne..

(Bu kısmı lütfen Bay J ses tonu ve vurgusuyla okuyun...)
Ah,Tanrı aşkına nete bile giremiyorum!!Haberim bile olmayan lanet organizasyonunuzda nasıl orda olabilirdim ki?

Aynı şey benim hayatımın 23 saatini bilgisayar başında 22 saat 30 dakikamı mailboxımı kontrol ederek geçirdiğimi sanan hocalar için de geçerli.Misal:
"-Ben mail atmıştım bu konuyla ilgili dün.Sunuları printletip getirmenizi de söylemiştim.
-????? Ama...ama..."
vs. vs. vs.

Gene de günahlarını almıyım,bizim zamanımızda,yani takribi 1 ay öncesinde olsaydım muhtemelen zamnında görürdüm o tarz mailleri =)


Getirileri yok mu,tabii ki var.

Bir ayımın ilk haftası bilimum müşteri hizmetleri hatlarının telefonlarını çaldırmakla ve orda çalışan kişilerle muhabbet etmekle geçti.Gene de tebrik ediyorum ne superonline ne de ttnette aynı kişiye bi kere daha rastlayamadım...Bir sürü kişi çalıştırıyor olmalılar.
Geçen sene Nokia ile problemim olduğunda günde 17634293 kere ararken favori call center çalışanım bile vardı.Ceren Hanım,olur da denk gelirseniz selam =)
Artık bir sürü call center elemanı tanıyorum.Bir anlamda sosyalleşme =)

İkinci haftadan itibaren kendimi TV'ye adadım.Sonuçta ev hanımları internet kullanmaktan çok abuk subuk programlar izliyor,dolayısıyla "aptal küçük kutu" eğlendiriyor olmalı

.Konuyla ilgili bir kaç yorumum hemen geliyor:
*Müge Anlı diye eskiden magazin programları yapan bi kadın var tam kahvaltı saatimde cinayet çözüyor çok acayip.Gerçi benim boğazıma diziliyor kahvaltı ederken onu izlemek o yüzden bakamadım pek ama bence yakında öldürürler onu.
*Rüyalarınız Hayrolsun diye bi program var,Okan Bayülgen'den bilirsiniz belki.O daha da acayip.Bi kere görmeniz lazım.
*Ayşenur Yazıcı'nın(ana haber bülteni sunuculuğundan nereye..) bi programı var digiturk kanallarının birinde,"çocuk geçen böceğe yan yan bakıyeeedi." desem belki hatırlarsınız.Hah,o program aslında o kdr eğlenceli değilmiş.Bayık.
*Haydar Dümen programı aradım her yerlerde ama bulamadım =)
*Gene de en çekilebilir olanı Show Plustaki bilimum Ellen deGeneres(doğru mu yazdım?) Show,Oprah,Late Night with bıdı bıdı.. ve bilimum "The Bachelor","Make me a Supermodel" tarzı showlar.En çok beğendiklerim ise "Queer Eye for The Straight Guy" ve "True Beauty".
*Bir ara filmlere de sarayım dedim ama DVDlere para yetiştiremediğim ve internet olmadığından dolayı korsan korsan indirmediğim için kaldı o =)Yine de güzel bir kaç film izledim.
*Dizilere sarmadık mı,sardık tabii.Aşk-ı Memnu ve Hanımın Çiftliği konusunda bilimum fikir teattilerine rahatlıkla girebilirim.Artık herbişeyi biliyorum çünkü o saatlerde yapacak başka bir şeyim yok =)
*Yabancı dizilerden ise, Desperate Housewives,The Tudors ve Cold Case'i baya izliyorum.Saatlerini ezbere bilmesem de,cnbc-e'de sürekli denk geldiğim diziler.
*Friends'in ve Sex and The City'nin tüm sezonlarının ise harici hard diskimde bulunduğunu dün akşam hatırladım/keşfettim.Onlara daldım.Biter heralde yakında onlar da.Friends gibi bir arkadaş grubumum olması için çok acayip şeyler yapabilirim.Çok özeniyorum.

Son 2 haftadır ise deliler gibi kitap okuyorum.2 hafta,5 kitap.Kısalardan sıkılıp kendini kitap sanan tuğlalara sardırmış durumdayım.Şu anda Gregory David Roberts'in Shantaram isimli romanını okumaktayım.Belki bir alıntı yazarım buraya da.
Ondan önce Şeytan'ın İncili isimli bir gerilim romanı okuyordum.Tam Dan Brown tadında,öneririm.Özellikle bilimum toplu taşıma araçlarında kapağındaki kocaman "Şeytanın İncili" yazısını göstere göstere okuyup arada etrafa garip bakışlar atarsanız yolculuğunuz hiç sıkışık geçmiyor.He he he he =)

Söylemeden geçemeyeceğim,son bir ayda 28276934 tane dergi aldım.Vogue Türkiye'yi de koşarak gittim aldım tabii.Hayal kırıklığına uğramadığım gibi ilk günden bitirmediğim tarihimdeki ilk dergi galiba o.
Gerçekten çok sevdim.Bu kısımda annemden bir alıntı yapmak istiyorum
Quote:

"Ya bunlar çok güzeel.Hepsini istiyorum! Hepsini!Resmen insanı tüm parasını harcamaya davet ediyorlar.
-Ahenk'in Annesi
(Ortalama bir anne sözü değil,biliyorum.Annem de tüm anneler gibi değil zaten =) Şimdi neden böyle bi garip bi insan olduğumu anlamışsınızdır.Annem ve babam,hatta tüm ailem,biraz ilginç insanlardır.Yine de babanemle tanışana kadar bekleyin bence. )


Geldik sonuca,
Kitap ve film önerilerine açığım.Bestsellerları ve kişisel gelişim kitaplarını severim.
Filmlerden ise bilimum chick flickler ve komediler tercihimdir.Müzikallerin uyarlamaları da olur.
ve internetsiz kaldığım bu dönem içinde en çok blogumu özledim.
=)


01 Mart 2010

Böyle Moda Olmaz Olsun

Modayı severim, Fashion TV ye denk geldiğimde kızların ne kadar ince olduğuna ve asla öyle olamayacağıma değil kıyafetlere bakarım,bloglardan yeni tarzları takip ederim,Alexander McQueen'in(Allah rahmet eylesin) bir moda dahisi olduğuna inanırdım,bazı klasik parçalara taparım(misal Louboutin'in kırmızı tabanları).
İnsanların "Moda işte ehöh.." diye abuk subuk şeyler giymesine de bir raddeye kadar kendini ifade etmek,değişik kombinler yaratmak,hatta "kültür vasıtasıyla ulaşmak ve çeşitliliği kutlamak" diyerek katlanırım,desteklerim.
Yer yer ben de mütevazi ve manyağı bol İzmir'imde saçmalıkla güzel kombini ayıran çizgiyi bol bol esnete esnete bir şeyler giyer çıkarım.

Dolayısıyla ben giyim konusunda fazlaca ilgili,fazlaca hoşgörülü bir insanım.
(Koca poposuna bakmadan tayt giyenler,taytın üzerinden selülitleri filan belli olanlar,sağından solundan yağlarını pörtlete pörtlete cart renklerde sıkı,abuk sabuk şeyler giyenler hariç tabii...Çeşitliliği kutlamak bir yere kadar)

Ama soruyorum size
"Bu...Bu nedir bu?"
O amcanın kafasındaki şey...Şey diil mi o şey?
Ben mi fesadım yoksa?

Not:Bu foto postmodernism temalı bir fashion showa katılan kişilerden 2sinin fotoğrafıdır tarafımdan bir moda bloggerının blogundan alınmıştır ve bence "postmodern fashion" diye geçinen herkes bu şekildeyse eğer,post modernizm'in b.ku çıkmış durumdadır afedersiniz.

28 Şubat 2010

Ve Tanrı Erkeği Yarattı...



"Mehmet Günsur’lardan daha çok olsun bu ülkede... Amin!"
(Aslen Ayşe Arman'ın lafı ama katılmamak pek elde değil.)


Bugün kahvaltımı yaparken gazetede gördüm bu güzel röportajı.Ayşe Arman gitmiş Mehmet Günsur'la röportaj yapmış.Okuduğum kadarıyla Mehmet Bey(ya da kendi deyimiyle Memo) baya "dolu" diye tabir ettiğimiz insanlardan.Zeki,başarılı,fikirleri akılcı.

Bana sorarsanız Johnny Depp'ten bile daha seksi.
(Evet bu benden gelebilecek büyük bir iltifattır.)

"Yakışıklı değil ama sempatik" ile "Yakışıklı ama soğuk nevale" erkeklerini kıskançlıktan çatlatacak kadar yakışıklı,çekici,sevimli,zeki,seksi,sıcak ve her ne kadar güzel iltifat varsa ondan işte.

Hatta röportajın fotoğraflarını gazeteyi bilimum kahvaltılıkların üzerinden haşır huşur açarak babama bile gösterdim.
Babam bile "Evet yakışıklı çocukmuş.İtalyanlara benziyor."dedi.
Ki, bu bir erkekle ilgili olarak babamdan alınabilecek en büyük iltifatlardandır.

Üstelik oyunculuğu da iyi.Üstelik bir de türk.
Maşallah.
*insert nazar boncuğu here*

Tanrı erkeği yaratmış,üstelik Türkiye sınırları içerisinde.Sonra da gitmiş bir İtalyan'a yar etmiş.
Türk kızları pek farkına varamamış bu cevherin sanırım.Röportajda söylediği kadarıyla karısına deli gibi aşık,hatta Ayşe Arman'ın "Ona tamamen kendinizi teslim olmuş gibi mi hissediyorsunuz?" sorusuna "Hayır,hayır! Biz sarılmışız,onunla birlikte uçuyoruz.Hissettiğim bu..." diyebilecek kadar şairane ve romantik bir kişilik.

Hatta içimdeki romantik kız röportajı okurken "Adam gerçek olamayacak kadar mükemmel yahu!!" diyor.Ama onu susturuyorum.Çünkü Memo gerçekten de Disney filmlerindeki prensler gibi.

Ama kendisinin "Sahipli" olmasının yanı sıra bir de iki çocuğu var.
(Fotograftan hiç öyle göstermiyor di mi?)
Bu gerçekle ilgili olarak ilgili kendime hakim olamayıp
"vay anam vay neler dönmüş serhat ya" diyorum ve salyalarımı silip ortamdan uzaklaşıyorum.

Ayşe Arman'a katılıyorum bir de,
"Mehmet Günsur'lerden daha çok olsun bu ülkede...Amin!"
(En azından görsel zevkimiz için =) )




Of Çok Tembelim

Biliyorum çoook uzun zamandır yeni bir şeyler yazmadım.
Neden bilmiyorum,gün içinde minimum 3-5 kere "Evet bu konuda yazabilirim." diye celallenip sonra yazmayı unutuyorum.Ben hatırlayana kadar da konuyu unutmuş oluyorum veya konu hakkındaki süper fikirlerin uçup gidiyor.
Bir arkadaşımdan özenip kendime çok hoş minik bir deftercik aldım.
Hatta defter şurda görülebilir.

Bu defterciğin alınmasının amacı,aklıma bir şeyler geldiğinde hemen not alabilmek,gerektiğinde de "yapılacaklar listesi" tarzı bir şey tutabilmekti.Fakat defter bana bakıyor ben deftere bakıyorum.O kadar güzel ki,resmen kullanmaya kıyamıyorum.Seviyorum,"Kıymetlimsss" diyorum deftere filan.

Ne olacak benim bu halim yaaa...

Neyse,çok yakın zamanda narin parmaklarımı klavyeye vura vura yazıcam bir şeyler.
Olur da aklınıza fikir gelirse hiç çekinmeyin yazın bana =)

04 Şubat 2010

Suyun Gücü



Resim biraz x-rated mi oldu acaba?Neyse...

Bugün pek güzel bir gün geçirdiğimi söyleyemem.Dışarda günlük güneşlik hava varken 11 sayfa rapor yazdım.Rapora başlarken güneş vardı,bittiğinde hava simsiyahtı.

Ayçiçeği gibi bir insanım.Geceyi ve ayı ne kadar sevsemde günlük güneş ihtiyacımı alamazsam çekilmez birine dönüşüyorum.Bilen bilir.Lanet bişey oluyorum.

Gece de rapor biter bitmez oturup annemin ısrar etmesiyle MJ'in "This is it." filmini izledik.MJ'i görmeye pek dayanamıyorum,kötü hissediyorum,içimde bir şeyler acıyor.Bir kere başına oturunca kalkamıyorum gene de.

O gerek tarz,gerek düşünce,gerek ses,gerek hayal gücü anlamında kesinlikle idol olmak için yaratılmış.İzlerseniz anlayacaksınız ki o normal değil,muhteşem bir anormallik var her halinde.
İçimdeki sıkıntıya ve boğulmaya karşı koyamazken,bir dvdnin çizgilerinden onun işler yolunda gitmedikçe sakin sakin "All with love..." demesiyle öbür taraftan beni sakinleştirdi diyebilirim.

En sonunda da yıllar önce bir reiki masterın bana dediği şeyi yaptım.

"Eğer ki içinden kötü hisleri,düşünceleri,anıları,duyguları,sana kötülük getiren her ne varsa onu kendi iradenle atamıyorsan su iç.Yetmezse akan suyun altına gir.
Tüm o karanlığı alsın gitsin,hepsi aksın gitsin vücudundan."

Ben de öyle yaptım.Suya girip öylece durdum başımdan aşağıya dökülürken.
(Ama yukardaki resimdeki memeli ben değilim :D )
ve işe yaradı.

Lazım olduğunda suya karışmayı,ruhunuzu yıkamasına izin vermeyi herkese öneririm.
Yarına çok daha hazırım artık.

=)

"All with love."

03 Şubat 2010

The Ex Files 2 :"Wrath of The Eski Sevgili"

Öncelikle "The Ex-Files" postumu uzunluğuna rağmen okuduğunuz ve bir sürü yorum yazdığınız için teşekkürler.Bu post,saptamalarla dolu bir post olmayacak ama güleceksiniz bence =)
Yukardaki karikatür üstüne alınan tüm eski sevgililere(hepimiz birilerinin eski sevgilisi değilmiyiz ki?) hediyem olmakla beraber postumuzu tamamlayıcı bir özelliğe sahiptir.Aşağıdaki tüm herşey ise ekşisözlük'teki "eski sevgili" başlıklarının isimleridir.Hiç üşenmedim tek tek adı en güzel olanlarını seçtim.Çoğunun içeriği hakkında fikrim yok.
Her şey siz sevgili okurlarım için ama bunu yapmaya uğraşırken baya güldüm o ayrı :D
İçeriklerini okumak isterseniz sadece üstüne tıklayın =)

----

açılın ben eski sevgiliyim
aslında hangimiz eski sevgili degil ki
bir facebook profili olarak eski sevgili
askerlik yaparken eski sevgiliyle karşılaşmak
atmaya kıyılamayan eski sevgili
bim'de eski sevgiliyle sevişmek
ekşi sözlük eski sevgili itlaf ekibi (Lazım valla.)
eski sevgili çocuk bahcesinde (Ayşegül parkta gibi)
düğün pastasından eski sevgili çıkması
eski sevgili düğününde ağlayarak şakşuka oynamak (WTF?)
eski sevgili ile berber fil (O da güzel)
eski sevgili ile yumak olup sabaha pişman olmak (Olur öyle)
eski sevgili resimli tuvalet kağıdı (Girişimcilik örneği :D)
eski sevgiliden bonservis istemek (Prensipte anlaştık...)
eski sevgiliden hata mesajları almak (Bilgisayar mühendisidir o.)
eski sevgiliden yeni sevgiliye büyük meme eğilimi (Hmm...)
eski sevgililerden halay ekibi kurmak
eski sevgilinin ağzına lokum sokup ezan okumak (Muhahah..)
eski sevgilinin arkasındaki adamı çello zannetmek
eski sevgilinin dark side'a geçtiğini öğrenmek
eski sevgilinin dışkısını sodalı suda bekletmek (Mavi ekranı verdim.)
eski sevgilinin düğününde halaybaşı olmak (Yaparım bilirsin :D)
eski sevgilinin itfaiye haftasını kutlamak
eski sevgilinin memelerimi soran oldu mu demesi (???)
eski sevgilinin nazgul olması (LOL)
eski sevgilinin üstüne kolbastı ekibiyle taşınmak (Anlam veremedim ki.)
eski sevgilinizi getirin siz de kurtulun biz de (evet!)
eski sevgiliye cezve girmesi
eski sevgiliye likörlü minibüs zirvesi (Nası bi zirve bu?)
eski sevgiliye memelerini özledim diye mesaj atmak (Oeh)

Ve bitirirken tüm eski sevgililere Sezen Aksu'dan gelsin:

"Her ayrılık bir vurgun değmeyin yaşlarıma;
Benden selam söyleyin bütün aşklarıma =) "

hehehehe :)

02 Şubat 2010

Büyümek

Hep çocuk kalsak olmuyor mu?

Büyümek ne garip şey.Üstünüze yavaş yavaş bir sürü sorumluluk binmeye başlıyor.Yavaş yavaş büyümeye alıştırmıyor hayat sizi,alışmasanız da zorluyor.Bir gün bir şey yapmak zorunda kalıyorsunuz hiç istemediğiniz halde,diğer gün "-mış gibi" yapmanın güzelliği öğütleniyor.Ne kadar samimi görünerek "-mış gibi" yaparsanız o kadar güzelsiniz.Korkutucu.

Bilmiyorum fark ediyor musunuz ama büyüdükçe o çocuksu mutluluk ta kayboluyor yavaş yavaş.Hangi mutluluktan bahsettiğimi belki şöyle açıklayabilirim.
Düşünün ve orta okul yıllarını hatırlamaya çalışın,hani şu cuma gününün son dersi vardır ya,ertesinden bayrak töreni gelen.Onun bitmesine 5-10 dakika kalır hani.Yavaştan toplanmaya başlarsın.Hafiften bi heyecan olur.Aslında küçücüksündür yapacağın başka bir şey yoktur haftasonu öylece aileyle oturmaktan başka ama haftasonu 5 dakika uzağındadır ve mutlusundur.İşte o içi içine sığmayan,kalbin arada bir heyecanla atmasını sağlayan nedensiz mutluluktan bahsediyorum.
Bunun çeyreğine bile razıyım.Bir şeyler için içimin içime sığmamasına,iple çekmeye hasretim galiba.

Kenan Doğulu Rüzgar şarkısında "Bizim bayramı çocuklara devredeli,çok düşünür olduk.Bizim tarih eskidikçe çok kasılır olduk." diyor.Gerçekten de öyle.Kafamı bir şeylere takmamayı,bir şeyler için endişelenmemeyi istiyorum.Öyle zor ki.Yavaş yavaş yiyor insanı.Üstelik bu olayı anlattıklarınız da suçluyor sizi bu kadar endişelenip düşündüğünüz için.
İşte sanırım insan tam olarak bu raddede zengin koca bulup evlenip gitmeyi düşünüyor.
Herhalde her gün zengin kocama ne yemek yapacağımı bu kadar düşünmezdim.

Beni tanıyan bir sürü insan var bu blogu okuyan,biliyorum ki aklınızdan "Amaan sen de düşünüyorsan...Ben hayatımda böyle rahat insan görmedim." diye geçiriyorsunuz ama öyle işte.

Hem bir de şu var.Eskiden sizi sevenler severdi,sevmeyenler sevmezdi ve bunu kabullenirdiniz.Sevipte söyleyemedikleriniz,sizi sevipte söyleyemeyenler veya sevmediğiniz için sizi suçlayanlar yoktu.Yaşıtlarınız da minikti.Sevdiğiniz insana oyuncağınızı kullandırırdınız sevmediğinizin oyuncağını alıp camdan aşağıya atardınız mesela.

İşler büyüdükçe bedenler oyuncak oluyor.Sevdiğinizde sizden bedeninizi kullandırmanızı bekliyorlar ve karşınızdan siz de öyle bekliyorsunuz.Ola ki siz sevdiniz o sevmedi,bunun için suçluyor,belki de zorla sıkıştırıyorsunuz onu.Tersi de aynı şekilde.Sevince bedenini alamadığınızın kalbini,ruhunu almaya zorluyorsunuz.Parçalıyorsunuz bazen,hepsi olamazsa oyuncağın bir parçasını alayım diye.Hep haklı siz oluyorsunuz,hep haklı onlar oluyor.Ortak payda da buluşmak ise neredeyse imkansız.

Ha bir de rol meselesi var.Diplomatik olmak zorundasınız.Yolda görseniz üstüne kullandığınız peçeteyi atmayacak kadar düşük gördüğünüz insana tebessüm etmek,arkanızdan dediklerini bilseniz de yutmak zorundasınız zaman zaman.Hatta beraber çalışmak zorundasınız.Çünkü çıkarlarınız vardır karşılıklı.Ne kötü.Oysa ki çocuk olsak saçını çekip tekmeyi basardık...gerçi ona bile değmeyen inanlar var ama...Neyse...

Büyürken kırdığım,üzdüğüm,sevilipte sevemediğim,sevdiğim ve sevilmediğim için acı verdiğim herkesten aleni bir özürdür bu.Bugünden başlayıp ilk kırışıma kadar herkesten bir sürü özür dilerim.
Beni affedin.Sadece büyüyorum...

Aaa evet dostlarım(bkz. Bay J),bu günün buruk acımasız gerçekleriydi bunlar.
İtirazı olan?